Gönlüm beratını istiyor şu karanlık suyundan,
Bırak beni gideyim, şu çekilmez huyumdan.
Sen de görüyorsun ki kalbimin kiri derununa vurmuş,
Kader yelkenlerimi sularına savurmuş.
Olmasaydı hüznüm, gelmeyecektim yanına,
Şahit olamayacaktın hiç, bu kederli anıma.
Ne vakit göğüm kararsa, soluğu yanında bulurum.
Gül ister de içim, ben yine seni solurum.
Mutluluktan nasipsiz, ben hüznün şairiyim,
Gölgem yollara düşer, ben umudun şiarına...
2 Haziran 2015 Salı
9 Mayıs 2015 Cumartesi
İNSAN
Her günü ziyan, her gün insanlığa çekmekten peşkeş
Kalmadı İlahı vicdan, bak ki yığınlar dolusu yürüyen leş!
Varoluş insan, sözcük insan, mânâ bir keşmekeş...
İlahi asırlardır dünya barışı naraları dinledik, uyutulduk,
İlahi bir dünyanın rengine aldandık, mazlumu unuttuk.
İlahi "ahirete bıraktık!" Yan geldik yattık da bununla
avunduk!
Arz-u hâle yalnız yâr sığdırdık da olmadık hiçbir yarada
deva,
Şu devasa gökdelenler oldu yalnız bize dava!
Unuttuk ilahi unuttuk! Mahkeme-i Kübra'da ne olacak dava...
Dünya tarlası kuruyor, mahsüller hep hevâ.
Kainat güneşli, insanlığı kuşatmış kasvetli hava.
Bir elma istedi, azdettirdi Âdem'i cennetten Havva!
İlahi kan kırmızısı denilen elmalar sübyan kanları ile filiz
verir oldu,
İlahi şu karanlık gecenin ermeyişi sabaha bak fidanlar
soldurdu!
Bir gûrüha güneş doğdu, diğerine çöktü karanlık,
İlahi kalmadı mı, biraz olsun, nasibimize aydınlık?
Gülü sevip, dikeninin katlanıldığı diyarsa bu yer de,
Kalsın istemem, şiir de söz de yerde!
2 Mayıs 2015 Cumartesi
HARP POZİSYONU
Çıkarma vakti kalemleri kınından.
O keskin boyunları incecik kılından,
Taze filizlenmiş insanlık dalından,
Söküp atacak bir an olsun uyursak.
O şanlı maziye bakarak her kursak,
Düğümlenecek gambaz çınara bir dursak!
Şiddetleniyor buz çağının cürmündeki sille.
Bir dirilsen gövdendeki külle,
Ayrılmayacak gövdesinden bin bir kelle!
Madem ki sen cürmünde çekmektesin ziyafet,
Ahvalin bahtına düşmeden afet,
Düşman aman vermeden, sen kendini affet!
Ne vakittir gidiyor şu yığınla kalabalıklar,
Kimisi yirmilik, kimisi doksanlık babalıklar,
Hadi unuttu diyelim zihni kör balıklar,
Peki bunu bâlik bilmese, bilmez mi Hâlik?
Şu kirli kan çağıyla çalkalanan memalik,
Yerle yeksan olmaz mı, olmazsan malik?
O keskin boyunları incecik kılından,
Taze filizlenmiş insanlık dalından,
Söküp atacak bir an olsun uyursak.
O şanlı maziye bakarak her kursak,
Düğümlenecek gambaz çınara bir dursak!
Şiddetleniyor buz çağının cürmündeki sille.
Bir dirilsen gövdendeki külle,
Ayrılmayacak gövdesinden bin bir kelle!
Madem ki sen cürmünde çekmektesin ziyafet,
Ahvalin bahtına düşmeden afet,
Düşman aman vermeden, sen kendini affet!
Ne vakittir gidiyor şu yığınla kalabalıklar,
Kimisi yirmilik, kimisi doksanlık babalıklar,
Hadi unuttu diyelim zihni kör balıklar,
Peki bunu bâlik bilmese, bilmez mi Hâlik?
Şu kirli kan çağıyla çalkalanan memalik,
Yerle yeksan olmaz mı, olmazsan malik?
8 Nisan 2015 Çarşamba
ZAT-I ÂLİ
Ey ilimsiz âlim gönlünün,
İpliksiz duygular dokuyan satıları.
Hiç yaşamamış gibi tükettiğin ömrünün,
Lüzumsuz inatçı katırları!
Önüne hep rehber şu kambur develer.
Dümdüz yolda, yumrular ipini çeken!
Cadıdan alsan da zehirli meyveler,
Eşeğe hoşaflık sana düşen.
Sen ki durmadın hep yürüdün,
Gövdenden ağırdı kalbin, yürüdün.
Bazen gül oldun, bazen diken,
Sen hep kendini zifre bürüdün!
O hikmetli asrın prospektüsü olan ilmi,
Öğrendin de kendine meze ettin.
Sabra katı oldun, öfkeye hilmi,
Kendini lanetli asra zenne ettin!
Her gidişin bir dönüşü vardı,
Sen gelişi bilip, gidişi beri ettin.
Şimdi aralanıyor vuslatın ardı,
Sen hiç gitmeyeceksin mi zannettin!
İpliksiz duygular dokuyan satıları.
Hiç yaşamamış gibi tükettiğin ömrünün,
Lüzumsuz inatçı katırları!
Önüne hep rehber şu kambur develer.
Dümdüz yolda, yumrular ipini çeken!
Cadıdan alsan da zehirli meyveler,
Eşeğe hoşaflık sana düşen.
Sen ki durmadın hep yürüdün,
Gövdenden ağırdı kalbin, yürüdün.
Bazen gül oldun, bazen diken,
Sen hep kendini zifre bürüdün!
O hikmetli asrın prospektüsü olan ilmi,
Öğrendin de kendine meze ettin.
Sabra katı oldun, öfkeye hilmi,
Kendini lanetli asra zenne ettin!
Her gidişin bir dönüşü vardı,
Sen gelişi bilip, gidişi beri ettin.
Şimdi aralanıyor vuslatın ardı,
Sen hiç gitmeyeceksin mi zannettin!
4 Nisan 2015 Cumartesi
ÇINAR
Her saniyesi yüzyıla bedel özü çamur,
Kahrına düşmüş gidiyor, yığınla mur!
Ne vakit gelecek diye dalında meyveler,
Rüzgarlı baharlara adını geveler.
Karşımda eli böğründe dolanan nice put,
Gamlı çınara meyve, gambaz çaput!
Bağlıyor birbirine yılları, dalında bin bir dilek,
Babalar onun gövdesi, gölgesi kırmızı yanaklı çilek...
Satılamaz bir çınarın huzuru kiloyla,
Bir ağıt ki; karşımda gül, oyna...
Mart'tan dem vurdu mu mevsimler çınara,
Kaplar göğsünü al yanaklı bir kızın nara!
Bizi güneşte bırakıp, şimdilerde kime gölge etmekte?
Baba kokusu; eve giren her lokma ekmekte!
Hayatın yükü bir erkeğe baba olmayla eş değerse şayet,
Cenneti annelerin ayaklarına emanet eden o kutsal ayet,
Sarıyor babasına anne olmuş sıska bedenli bir kızı,
Rüzgar; dallara gam vurarak çalıyor hüzünlü şarkımızı.
Takvim aylardan Mart olunca,
Gövdende gezer yığınla karınca...
Bağlıyor birbirine yılları, dalında bin bir dilek,
Babalar onun gövdesi, gölgesi kırmızı yanaklı çilek...
Satılamaz bir çınarın huzuru kiloyla,
Bir ağıt ki; karşımda gül, oyna...
Mart'tan dem vurdu mu mevsimler çınara,
Kaplar göğsünü al yanaklı bir kızın nara!
Bizi güneşte bırakıp, şimdilerde kime gölge etmekte?
Baba kokusu; eve giren her lokma ekmekte!
Hayatın yükü bir erkeğe baba olmayla eş değerse şayet,
Cenneti annelerin ayaklarına emanet eden o kutsal ayet,
Sarıyor babasına anne olmuş sıska bedenli bir kızı,
Rüzgar; dallara gam vurarak çalıyor hüzünlü şarkımızı.
Takvim aylardan Mart olunca,
Gövdende gezer yığınla karınca...
11 Mart 2015 Çarşamba
ÇIRAĞIN KALEMİ
Gül diyarına kement dikenden mızrak,
Bülbül yuvasına mesken kanatlı kızak.
Adı seni hatırlatan bu sevda diyarına,
Düşkün bir yolcu gibi bakarak yarına.
Güneş yeni bir umut daha doğurmadan,
Gidiyor gündüzlü geceli durmadan.
Elleri gül kokulu bu dev karargahta,
Elinde bir silah, cinsi tahta...
Barut gibi içinde birikmiş hisleri,
Namluya veren görünmez elleri,
Öpüyor her gece kınından çıkarak,
Ustasına tabi olmuş toy çırak.
Büyüyor vicdanına kanıp maskeli asrın,
İhtişamına kapılıp bu zümrütlü kasrın,
İçinde seyrine daldığı ışıklı kubbe,
Şimdilerde bir yanı ayyaş, bir yanı züppe!
Haykırır gibi er kişi niyetine selayı,
Ararken er meydanında, kaybettiği sılayı.
Bir vuslat kalır elinde, bir de pusat.
Leş diyarına gel de pusu at!
Hiçbir mevzide gerekçe yok ölüme,
Alçaklık tabiatıyla harmanlı bölüme,
Başrol olmuş etten kuklaların,
Sessizliği sağır eden sese tıkalı kulakların,
Duyamadığı o ulvi sesle,
Yükseliyordu sevda, onu arayan nefesle...
Bülbül yuvasına mesken kanatlı kızak.
Adı seni hatırlatan bu sevda diyarına,
Düşkün bir yolcu gibi bakarak yarına.
Güneş yeni bir umut daha doğurmadan,
Gidiyor gündüzlü geceli durmadan.
Elleri gül kokulu bu dev karargahta,
Elinde bir silah, cinsi tahta...
Barut gibi içinde birikmiş hisleri,
Namluya veren görünmez elleri,
Öpüyor her gece kınından çıkarak,
Ustasına tabi olmuş toy çırak.
Büyüyor vicdanına kanıp maskeli asrın,
İhtişamına kapılıp bu zümrütlü kasrın,
İçinde seyrine daldığı ışıklı kubbe,
Şimdilerde bir yanı ayyaş, bir yanı züppe!
Haykırır gibi er kişi niyetine selayı,
Ararken er meydanında, kaybettiği sılayı.
Bir vuslat kalır elinde, bir de pusat.
Leş diyarına gel de pusu at!
Hiçbir mevzide gerekçe yok ölüme,
Alçaklık tabiatıyla harmanlı bölüme,
Başrol olmuş etten kuklaların,
Sessizliği sağır eden sese tıkalı kulakların,
Duyamadığı o ulvi sesle,
Yükseliyordu sevda, onu arayan nefesle...
18 Şubat 2015 Çarşamba
HÜZÜN
Bir yük omuzlarımda, beni geriye iten,
Bir sebep bakışlarımda, gördüğünü inciten.
Karmaşık ve karanlık bir yolda yürüyorum.
Gamdan bir tuale, hüzünlü renkler bürüyorum.
Bir benmişim gibi alemde tek başına kalabalık,
Yalnız benim getiren, kainata sonsuz kabalık!
Alabildiğince uzak memleketlere uzanan ahım,
Bir tek sende yankı bulur, sana uzanır şahım...
Bir acizin hiçlik makamını hakkıyla yaşadığı vakitlerde,
Her sabah dünyaya verdiği yaşam akdinde.
Birbirinden bağımsız attığı adımların,
Hayatına düğüm örmüş kör hadımların.
Tane tane dokuduğu bu hüzün eleğinde,
Acıyı hissediyor, zerre zerre iliğinde.
Bu hayat hep mi bana dar gelecek diye içini çekerken,
Vakit dert yanmak için epeyce erken.
Diyerek, doğruldu başını kaldırıp semaya,
Hüzün bile hoş gelir, dahilse sevdaya...
Bir sebep bakışlarımda, gördüğünü inciten.
Karmaşık ve karanlık bir yolda yürüyorum.
Gamdan bir tuale, hüzünlü renkler bürüyorum.
Bir benmişim gibi alemde tek başına kalabalık,
Yalnız benim getiren, kainata sonsuz kabalık!
Alabildiğince uzak memleketlere uzanan ahım,
Bir tek sende yankı bulur, sana uzanır şahım...
Bir acizin hiçlik makamını hakkıyla yaşadığı vakitlerde,
Her sabah dünyaya verdiği yaşam akdinde.
Birbirinden bağımsız attığı adımların,
Hayatına düğüm örmüş kör hadımların.
Tane tane dokuduğu bu hüzün eleğinde,
Acıyı hissediyor, zerre zerre iliğinde.
Bu hayat hep mi bana dar gelecek diye içini çekerken,
Vakit dert yanmak için epeyce erken.
Diyerek, doğruldu başını kaldırıp semaya,
Hüzün bile hoş gelir, dahilse sevdaya...
11 Şubat 2015 Çarşamba
ARAF
Gökyüzünün her gün yeniden ikrarı,
Cennete bal yapmış dünyalı arı.
Gelişi şafağa nazır bir demdir,
Hırs bahçesinde aşkın çocuklarını emdir.
Dünya bir açık hava kafes,
Karanlığı gizleyen afili fes.
Saklanıyor vicdanın pençesinden,
Güç bulup aynada, iki tutam perçeminden...
Ne vakit karanlık bir diyar çıksa yoluna,
Korkuyu yâr ederdi koluna.
Bir tek zihnine nakşettiği doğruları,
Biliyordu kendine dair soruları.
Gölgesine dahi imrendiği başkasını,
Nefesini emanet aldığı bedenin şakasını,
Hiç bitmeyecekmiş gibi sürdüğü bu dev tarlada,
Neden ve niçin düşünür arada.
Bu güneş, bu ay, bu yıldızlar neden?
Bir gök ki, geçer iğneden!
Sonsuzluğa açılan bin bir perdeden,
Aşkı sıralar beden beden...
Cennete bal yapmış dünyalı arı.
Gelişi şafağa nazır bir demdir,
Hırs bahçesinde aşkın çocuklarını emdir.
Dünya bir açık hava kafes,
Karanlığı gizleyen afili fes.
Saklanıyor vicdanın pençesinden,
Güç bulup aynada, iki tutam perçeminden...
Ne vakit karanlık bir diyar çıksa yoluna,
Korkuyu yâr ederdi koluna.
Bir tek zihnine nakşettiği doğruları,
Biliyordu kendine dair soruları.
Gölgesine dahi imrendiği başkasını,
Nefesini emanet aldığı bedenin şakasını,
Hiç bitmeyecekmiş gibi sürdüğü bu dev tarlada,
Neden ve niçin düşünür arada.
Bu güneş, bu ay, bu yıldızlar neden?
Bir gök ki, geçer iğneden!
Sonsuzluğa açılan bin bir perdeden,
Aşkı sıralar beden beden...
12 Ocak 2015 Pazartesi
ADAM
Zamanın maskarasından korkan bir adam,
Sessizliği cana kasıtlı en acımasız idam.
Dünyaya karşı dimdik yürüyen bu yenilmez kovboyu,
Tanıyor gibi sanki asırlar boyu.
Bir yük var omuzlarında hüzünden hasat,
Sıska vücudu sahip olduğu tek hasılat.
Yaşama dair hiçbir emare yok gözlerinde,
Bilinçten yoksun, bilgisiz sözlerinde.
Kalbine kurduğu dev bir salıncakta,
Yoruyor kalbini, aşk denilen oyuncakla...
Zamanın endişesine dalmış bir adam,
Nöbet almış şehri, dam dam...
Dünyada aradığı hayatın renginde,
Ölümsüzlüğü bulduğu, ölümün denginde,
Hiç bitmeyecekmiş gibi önünde duran yollara inat,
Sonsuzluğa açılan bir kapıydı kainat.
Hüzne dirhem dirhem boyun eğen ayrılıklar,
O günün hikmetine bir olacak farklılıklar,
Sanki hepsi bir çerçevede edilmiş gibi resim,
Hayat ki bir perde, kader ki piyesim...
Sessizliği cana kasıtlı en acımasız idam.
Dünyaya karşı dimdik yürüyen bu yenilmez kovboyu,
Tanıyor gibi sanki asırlar boyu.
Bir yük var omuzlarında hüzünden hasat,
Sıska vücudu sahip olduğu tek hasılat.
Yaşama dair hiçbir emare yok gözlerinde,
Bilinçten yoksun, bilgisiz sözlerinde.
Kalbine kurduğu dev bir salıncakta,
Yoruyor kalbini, aşk denilen oyuncakla...
Zamanın endişesine dalmış bir adam,
Nöbet almış şehri, dam dam...
Dünyada aradığı hayatın renginde,
Ölümsüzlüğü bulduğu, ölümün denginde,
Hiç bitmeyecekmiş gibi önünde duran yollara inat,
Sonsuzluğa açılan bir kapıydı kainat.
Hüzne dirhem dirhem boyun eğen ayrılıklar,
O günün hikmetine bir olacak farklılıklar,
Sanki hepsi bir çerçevede edilmiş gibi resim,
Hayat ki bir perde, kader ki piyesim...
6 Ocak 2015 Salı
KUYU
Yalnız tepelerin ardında bekleyen bir kuyu
Kuyu ki içindekiler unutmuş uykuyu.
Beni bir ben varım anlayan bu izbede.
Bir benim muhalefet, bende bu arbede!
Kendime bile duyuramadığım sesimin,
Her tanesini hesap ettiğim nefesimin,
Nasıl ve niçin harman olduğu gerçekte,
Yürüyorum... İncecik ipli bu elekte.
Bir başkayım bugün mevsimlere,
Ben bir yaz günüyüm, gocuklu iklimlere.
Buz dağının güneşi kıskandıran gençleri
Soğuktan daha keskin yalnızlığa dirençleri.
Şimdi elimde kalan birkaç mısra kırgınlıklara dair.
Buz dağının kalbindeki güneşi anlatan şair,
Ben değilim bu yakın memleketlere uzak,
Şeytan ki pusu da bekler, dünya ki bana tuzak...
Kuyu ki içindekiler unutmuş uykuyu.
Beni bir ben varım anlayan bu izbede.
Bir benim muhalefet, bende bu arbede!
Kendime bile duyuramadığım sesimin,
Her tanesini hesap ettiğim nefesimin,
Nasıl ve niçin harman olduğu gerçekte,
Yürüyorum... İncecik ipli bu elekte.
Bir başkayım bugün mevsimlere,
Ben bir yaz günüyüm, gocuklu iklimlere.
Buz dağının güneşi kıskandıran gençleri
Soğuktan daha keskin yalnızlığa dirençleri.
Şimdi elimde kalan birkaç mısra kırgınlıklara dair.
Buz dağının kalbindeki güneşi anlatan şair,
Ben değilim bu yakın memleketlere uzak,
Şeytan ki pusu da bekler, dünya ki bana tuzak...
4 Ocak 2015 Pazar
KADIN
Şiirlere can veren bir kadın,
Kalbimin buğulu camlarında adın,
Yazıyor mısralar boyu beyaz tebeşirlerle,
Yazıyı ilk keşfeden benim, bu şiirlerle!
Adının geçmediği her cümle boş birkaç lafz,
Adını anmak bilcümle her gün bana farz.
Toprağa can veren anasın memleketime,
Bir âlim, ilim veren, ilhamın mektebine…
Bir kadın, önünde diz çökmüş asırlar,
Heybesi sevda dolu, zümrütten kasırlar…
Duruyor karşımda sen yüklü limanda,
İçi hınca hınç dolu, bu vakar imanda.
Onu anımsatan her şeyin peşinden,
Gidiyor ayaklarım, ayrı ayrı eşinden.
Bir kadın, korkuları zifiri dipsiz bir kuyu,
Kimselerin uğramadığı köhne bir kuytu.
Bir başına, dünyaya yeten uçsuz bir sine,
Sihirli değneği, ince uçlu bir iğne!
Bir kadın, hiçlik mertebesinde muhabere,
Sonsuz müjde, cennetten gelen habere…
1 Ocak 2015 Perşembe
ŞİMDİKİ ZAMANIN ŞİİRİ
Geçmişten peydah olmuş canavar,
Kapkara maskesi, zehirli canı var.
Leş diyarından geçer gibi gelen kokular burnumuza,
Hüzne diyet ödeyen lanetli bir domuza!
Âlemin aleni fâsık zamparası,
Yere batsın, zehrini damıttığı parası!
Dök içinin kirini, heybeni soyun,
Bir hakikat ki, sürmez bu oyun…
İçinde sakladığı binler bini karanlık gizleri,
Silecek sevdamız, çamurlu izleri.
Kalbime saplanan geçmiş adlı kılıçlar,
Müşkiliyeti aleni, çaresiz kırılışlar…
Sevince ve hüzne mensup iki taraf,
Biri aşka sarraf, öteki hayata bertaraf!
Bilekleri ince, beli sıska, beş para etmeyen posu,
Ölüme pusu kurmuş gözlerin, hayata paydosu.
Canlanıyor dudakları arasında sureti vaizin,
Sevdasız diyarların öyküsü mevaizin.
Gönlümüze işleyip, kalbimizi sarınca,
Getirecek seni bana, sevda yüklü karınca…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)