18 Kasım 2019 Pazartesi

KISA NOTLAR1

Zaman adlı anı yüklü küfeler taşıyoruz omuzlarımızda. 
Yarına ertelenmiş hayallerin, hayalleri ötelenmiş bugünlerin arasında mekik dokuyup duruyoruz şu engebeli yolda. Endişemizi durup düşünmeye mahal bile kalmıyor kimi zaman. Uzun uzun yazılmayı bekleyen sözcükler kısa kısa anlara kurban olmuşken hem de? Bir dönüp bakabilsem kendime, bir görebilsem enkazımı...  
Yerine ulaşmamış yüzlerce güvercin taşıyorum içimde ve ayaklarında sayısız notlar. Film aralarındaki reklamlar gibi hüzünlerimizin arasında yaşıyoruz mutluluklarımızı. Ve hep en sonda o cümle “olmadı yeni baştan yazarız...”

6 Eylül 2016 Salı

SUAL

Bu kelimeler, hep mi kifayetsizdi böyle?
Ki boğazıma düğümleniyor sözcükler.
Hece hece anlatsam, anlar mı beni gece?
Zifiri aynada raks ederken göçekler.

Hangi diyarı göçüme mesken tutsam,
Ki göçmen kuşları bana yoldaşlık eder mi?
Nereleri sürgün tutup bu derdi unutsam,
Alnımıza yazılan; sevdamıza sefer mi?

Ak kanatlı gök güvercinleri, gönlümün postası,
Bu göç kervanından haber eder mi?
Sıska kağıda can veren mürekkep posası,
Gökyüzünde aynı yıldızı zikreder mi?

Baharın nağmelerine tempo tutan martılar,
Meçhule giden gemide bize eşlik eder mi?
Gece olunca renkleri gizleyen karaltılar,
Çektiğim bunca acıya şahitlik eder mi?

Eşhedû derken ulu bir çınar zamana,
Hûda zehrime panzehir eder mi?
Şu dert eşiğinde verdiğim imtihana,
Sebep olan dert mi, hemdert mi?

5 Eylül 2016 Pazartesi

ŞENAAT

Sonsuzluğu aradığım perdenin ardında esirim,
Ölümsüzlüğü bulduğum ömrüne yok tesirim.
Aşk; ölümlü bedenin ölümsüz sureti,
Ölümlü âlemin, ölümsüz kudreti.
Artık gücün mü kalmadı ey bayım?
Nefes alan ceseti ben ne yapayım?
İnce bir sızı gibi zerreme işlenirken ömür,
Kıvılcımına har ettiğim, kimin bu kömür?
Yakıyor beni asırlardır cehennemi yaşar gibi,
Cennet bahçesinde, yasaklı elmaya dalar gibi...
Cennetinden kovulan bu ademi,
Yakıyor billahi sevdanın demi!
Yüreğim cephane, hislerim mermi,
Bu savaşta kazanmak kâr eder mi?
Günden güne artarken meydandaki zaiyat,
Neye yarar etmeye bunca sözü sarfiyat?
Lâ'dan geçip İllâ'ya varamayan bu adam,
Her zerresini sende buluyor ey madam!
Lakin ondan da geriye yalnız külleri kalmış,
Bozuk plak dinler gibi, sende takılmış...
En güzel notasını söyler gibi bir şarkının,
Altında eziliyorum feleğin çarkının.
Elimde avucumda birkaç tutam saadet,
Tek varlığım budur; kendime şahadet...

2 Haziran 2015 Salı

HALİÇ'İN BERATI

Gönlüm beratını istiyor şu karanlık suyundan,
Bırak beni gideyim, şu çekilmez huyumdan.
Sen de görüyorsun ki kalbimin kiri derununa vurmuş,
Kader yelkenlerimi sularına savurmuş.
Olmasaydı hüznüm, gelmeyecektim yanına,
Şahit olamayacaktın hiç, bu kederli anıma.
Ne vakit göğüm kararsa, soluğu yanında bulurum.
Gül ister de içim, ben yine seni solurum.
Mutluluktan nasipsiz, ben hüznün şairiyim,
Gölgem yollara düşer, ben umudun şiarına...

9 Mayıs 2015 Cumartesi

İNSAN

Her günü ziyan, her gün insanlığa çekmekten peşkeş
Kalmadı İlahı vicdan, bak ki yığınlar dolusu  yürüyen leş!
Varoluş insan, sözcük insan, mânâ bir keşmekeş...
İlahi asırlardır dünya barışı naraları dinledik, uyutulduk,
İlahi bir dünyanın rengine aldandık, mazlumu unuttuk.
İlahi "ahirete bıraktık!" Yan geldik yattık da bununla avunduk!
Arz-u hâle yalnız yâr sığdırdık da olmadık hiçbir yarada deva,
Şu devasa gökdelenler oldu yalnız bize dava!
Unuttuk ilahi unuttuk! Mahkeme-i Kübra'da ne olacak dava...
Dünya tarlası kuruyor, mahsüller hep hevâ.
Kainat güneşli, insanlığı kuşatmış kasvetli hava.
Bir elma istedi, azdettirdi Âdem'i cennetten Havva!
İlahi kan kırmızısı denilen elmalar sübyan kanları ile filiz verir oldu,
İlahi şu karanlık gecenin ermeyişi sabaha bak fidanlar soldurdu!
Bir gûrüha güneş doğdu, diğerine çöktü karanlık,
İlahi kalmadı mı, biraz olsun, nasibimize aydınlık?
Gülü sevip, dikeninin katlanıldığı diyarsa bu yer de,
Kalsın istemem, şiir de söz de yerde!

2 Mayıs 2015 Cumartesi

HARP POZİSYONU

Çıkarma vakti kalemleri kınından.
O keskin boyunları incecik kılından,
Taze filizlenmiş insanlık dalından,

Söküp atacak bir an olsun uyursak.
O şanlı maziye bakarak her kursak,
Düğümlenecek gambaz çınara bir dursak!

Şiddetleniyor buz çağının cürmündeki sille.
Bir dirilsen gövdendeki külle,
Ayrılmayacak gövdesinden bin bir kelle!

Madem ki sen cürmünde çekmektesin ziyafet,
Ahvalin bahtına düşmeden afet,
Düşman aman vermeden, sen kendini affet!

Ne vakittir gidiyor şu yığınla kalabalıklar,
Kimisi yirmilik, kimisi doksanlık babalıklar,
Hadi unuttu diyelim zihni kör balıklar,

Peki bunu bâlik bilmese, bilmez mi Hâlik?
Şu kirli kan çağıyla çalkalanan memalik,
Yerle yeksan olmaz mı, olmazsan malik?


8 Nisan 2015 Çarşamba

ZAT-I ÂLİ

Ey ilimsiz âlim gönlünün,
İpliksiz duygular dokuyan satıları.
Hiç yaşamamış gibi tükettiğin ömrünün,
Lüzumsuz inatçı katırları!

Önüne hep rehber şu kambur develer.
Dümdüz yolda, yumrular ipini çeken!
Cadıdan alsan da zehirli meyveler,
Eşeğe hoşaflık sana düşen.

Sen ki durmadın hep yürüdün,
Gövdenden ağırdı kalbin, yürüdün.
Bazen gül oldun, bazen diken,
Sen hep kendini zifre bürüdün!

O hikmetli asrın prospektüsü olan ilmi,
Öğrendin de kendine meze ettin.
Sabra katı oldun, öfkeye hilmi,
Kendini lanetli asra zenne ettin!

Her gidişin bir dönüşü vardı,
Sen gelişi bilip, gidişi beri ettin.
Şimdi aralanıyor vuslatın ardı,
Sen hiç gitmeyeceksin mi zannettin!