Buz çağının güneşi
bekleyen çocukları,
Üzerlerine yağarken
mevsim normallerinde sevdalar,
Haşin rüzgarlar
titretirken insanlık çınarının dallarını,
Sanki kaybedenlere has
bir bahar gelmiş gibi dökülen yapraklara,
Yahut aşıkların
gözyaşlarının karıştığı ırmaklara…
Hiç yıkılmayacak gibi
sırt dayanan dağlara!
Hiç kimsenin
üstlenmediği bir kalp terörüyle,
Sevenleri sevmeye mahkum
eden bir töreye,
Ve ardı sıra birbirini
takip eden mısradan törene,
Mahkum bir müebbet
yaşayan, gam bakışlı çocukları çağların…
Bu çağın buz dağıdır gam
ve hazan,
Güneş gerdanını kırmış,
sıbyan bir nazan,
Gibi doğmakta tereddüt
ediyor insanlığımızın üstüne,
Yalnız varoluşun emaresi
kalmış gibi ölülerin büstüne
Yürüyoruz zamanın
kargaşasında…
Fikirleri ok, zihinleri
yok, inançlı insanların karşısında,
Bir iman yoruyor
gönlümü, insanlığın kavgasında.
Bismillah deyip
geliyorum o vakit dizinin dibine annemin,
Gönlümü Kudüs’e, gözlerimin
nurunu bırakıyorum yanına validemin.
Bugün annelerin gözü
yaşlı, bugün Kudüs annelerin ayakları altında!
Bir buğu, bir toz
bulutunu kaldırarak, geliyor gibi Selahaddin atında!
Yürüyoruz buz dağının
gençleri, zamanın kargaşasında…
Yol bilmez, iz sürmez,
acılı bir mülteciyim bugün,
Baş eğmez, diz çökmez, ‘geri’
bir mürteciyim bugün!
Yürüyorum, gözlerime Kudüs
kaçıyor…
Biz dünyada cehennemi
yaşayan buz dağının çocukları,
Gülümseyerek siper
ediyoruz, ateşli topları…
Semasını insan
kanatlılarına terk etmiş göçmen kuşların,
Nazardan üzerimize
dökülen kurşunların!
İnsanlık ve hakları diye
dolanan kuruluşların,
Hanüman edinerek
dolaştığı bu öz diyarlarda,
Şehit çocukların
kanlarıyla beslenen damarlarda,
Bu kutlu şehrin, en
büyük annenin sokaklarında,
Eritecek bu kirli kan çağını,
Güneşe yürüyen, buz dağının çocukları…
Güneşe yürüyen, buz dağının çocukları…