12 Kasım 2014 Çarşamba

BUZ DAĞININ ÇOCUKLARI

Buz çağının güneşi bekleyen çocukları,
Üzerlerine yağarken mevsim normallerinde sevdalar,
Haşin rüzgarlar titretirken insanlık çınarının dallarını,
Sanki kaybedenlere has bir bahar gelmiş gibi dökülen yapraklara,
Yahut aşıkların gözyaşlarının karıştığı ırmaklara…
Hiç yıkılmayacak gibi sırt dayanan dağlara!
Hiç kimsenin üstlenmediği bir kalp terörüyle,
Sevenleri sevmeye mahkum eden bir töreye,
Ve ardı sıra birbirini takip eden mısradan törene,
Mahkum bir müebbet yaşayan, gam bakışlı çocukları çağların…

Bu çağın buz dağıdır gam ve hazan,
Güneş gerdanını kırmış, sıbyan bir nazan,
Gibi doğmakta tereddüt ediyor insanlığımızın üstüne,
Yalnız varoluşun emaresi kalmış gibi ölülerin büstüne
Yürüyoruz zamanın kargaşasında…
Fikirleri ok, zihinleri yok, inançlı insanların karşısında,
Bir iman yoruyor gönlümü, insanlığın kavgasında.
Bismillah deyip geliyorum o vakit dizinin dibine annemin,
Gönlümü Kudüs’e, gözlerimin nurunu bırakıyorum yanına validemin.
Bugün annelerin gözü yaşlı, bugün Kudüs annelerin ayakları altında!
Bir buğu, bir toz bulutunu kaldırarak, geliyor gibi Selahaddin atında!
Yürüyoruz buz dağının gençleri, zamanın kargaşasında…

Yol bilmez, iz sürmez, acılı bir mülteciyim bugün,
Baş eğmez, diz çökmez, ‘geri’ bir mürteciyim bugün!
Yürüyorum, gözlerime Kudüs kaçıyor…
Biz dünyada cehennemi yaşayan buz dağının çocukları,
Gülümseyerek siper ediyoruz, ateşli topları…
Semasını insan kanatlılarına terk etmiş göçmen kuşların,
Nazardan üzerimize dökülen kurşunların!
İnsanlık ve hakları diye dolanan kuruluşların,
Hanüman edinerek dolaştığı bu öz diyarlarda,
Şehit çocukların kanlarıyla beslenen damarlarda,
Bu kutlu şehrin, en büyük annenin sokaklarında,
Eritecek bu kirli kan çağını,
Güneşe yürüyen, buz dağının çocukları…